21 Şubat 2010 Pazar

‘Politik Hayvan’ Üzerine

Gündem, güne ait olduğu için çabuk eskir. Hakkında söylenenler de zamanla unutulup gider – unutulup gider ki aynı hatalar tekrar tekrar yapılabilsin. Bu yüzden gündemde olan şeyler üzerine yazmayı, konuşmayı sevmiyorum, ama ‘günlerin getirdiği’, insanı ister istemez düşünmeye zorluyor.

Türkler bu fikirden çok korksa da, tüm yapıp-etmelerimiz politiktir ve bazılarımızın sandığı gibi apolitik olmak iyi ve ahlaklı bir birey olmanın ön koşulu değildir. Yaptığımız iş, aldığımız gazete, restorandaki garsona seslenişimiz, hepsi toplamda politik bir tavrın izdüşümlerinden ibarettir. En nihayetinde insan, toplum ve ekonomi üzerine iyi kötü bir düşünceye sahiptir; bu da onu kaçınılmaz olarak politik kılar.

Bu bağlamda, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan ve muhtelif kökenlerden gelme insanları politik tavırlarına göre sınıflandırmak, fütursuzca genellemek (merhaba sosyologlar!) ve bugüne kadar gözlemlediğim çelişkileri paylaşmak istedim.

Öncelikle, diğer dünya ülkelerinde sıklıkla görülen “sağ” ve “sol” ayrımının bizim ülkede olduğunu söylemek herhalde çok doğru olmaz; belki “sağ” ve “solcuk” desek daha yerinde olur. Niye böyle olduğunu, aşağıdaki sınıflandırmaların içinde daha iyi görebileceğinizi sanıyorum.


Milliyetçi – Muhafazakar:

Birkaç coğrafi devir boyunca ülke geneline hakim olan tür. Dünya genelinde sağda kabul edilir. Temel motifleri, milliyetçi bir çerçevede var olanı “muhafaza” etmek olsa da, neyin muhafaza edildiği pek açık değildir. Sanırım ahlaki değerleri muhafaza ediyorlar, ama her devirde muhafazakarlar ahlaki değerleri coşkuyla muhafaza etse de, her devrin ahlakı birbirinden farklı oluyor. Demek ki neymiş… Muhafızlar!!

Tabii işin bir de milliyetçilik yönü var. Türkiye özelinde baktığımızda komik bir durum ortaya çıkıyor: Milliyetçi-muhafazakarlarımız hep Osmanlıcı! Oysa, Osmanlı bir imparatorluktu ve milliyet kavramının ortaya çıkışıyla dağılmıştı. Tarihi boyunca da hiç milliyet vurgusu yapmadı, zira ortada böyle bir ‚bilinç’ yoktu. Osmanlı devletinin son döneminde, sarayla Türk milliyetçilerinin arası hiç mi hiç iyi değildi zaten. Bu ne perhiz, diyenler için, dahası var :

Rusya’nın, Batı’nın kabuslarına girdiği dönemde, Türkiye „Yeşil Kuşak“ın içine alınmış ve ‚kızıl tehlike’ye karşı tampon ülkelerden biri kabul edilmişti. Bugün Polat vasıtasıyla Amerika’ya kök söktüren güçlerimiz, o zamanlar Amerikan filosunu protesto edenleri dövüyorlardı. Seyircilerin takdirine bırakıyorum.

Her şeye rağmen, kız istemeye gittiğinizde şansınızı en çok artıracak siyasi görüştür.


İslamcı – muhafazakar:

Bir zamanlar her yer İslamlık iken varlıkları pek hissedilmeyen, ama „din elden gitmeye“ başlayınca kenarları iyice belirginleşen yeni hakim güç. Sezar’ın hakkı Sezar’a; çok çalışkan ve organizedirler. Neyi muhafaza ettiklerini sormayın, herhalde bir öncekiyle aynı. Yine de dünya değişiyor, muhafazakar gençler de flört ediyor, demek ki akacak kan muhafaza edilmiyor.

Cumhuriyet sonrası dönemde, genelde tarım, hayvancılık ve ağalıkla geçinen, kırsal kesimde büyüyüp gelişen bu akım, 60’lardan sonra Ortadoğu’dan gelen düşüncelerin de etkisiyle serpildi. İslamcı-muhafazakar hikayenin trajikomik yönlerinden biri, bugün papaz olduğu ordu tarafından ’80 sonrasında pohpohlanarak bugünlere getirilmiş olmasıdır. Bir zamanlar Ramboların Afganlar’la at koşturması gibi…

Genel olarak ticaret ve ihalecilikle geçinen kitlemiz, bugün çok cevval bir hükümet tarafından temsil edilmekte; hükümet de, yılların hıncını kurumların beline beline vurarak çıkarmaktadır. Bu yazıyı görüp üç günde beni linç ettirebilecek bir medya ağları da mevcuttur.

Bu siyasi görüşle evde kalmanız mümkün değildir.


Cumhuriyetçi – Ulusalcılar:

„Atam, kalk da ben yatam!“ ilkesini şiar edinmiş kitlemiz. Cumhuriyeti kuran temel felsefeyi benimsemişlerdir. Karamurat çift ok atarken onlar altı tane atar, ama iş tutmaya gelince, biri felsefenin bir ucundan, öteki öbür ucundan tutar.

Ekonomik görüş olarak “devletçi” olmaları icabeder, ama o iş öldü sanırım. Herhalde, cumhuriyet süreci içinde bu kitleyi en çok zora sokan düşünce olmuştur “devletçilik”. Zira, Batı’nın serbest piyasa ekonomisi devlet kontrolünü düşman bellemiştir ve Türkiye’nin son 50 yılını yönlendiren iç güçler, “ithal ikameci” sistemden “Laissez-faire”e geçene kadar dışardan her türlü desteği almıştır.

“Milliyetçilik” zaman içinde pek beğenilmeyip ama atmaya da kıyılamayıp “ulusalcılık” olmuş, “halkçılık”ın yerini de “Allah işçiye, emekliye yardım etsin, çok zor vallahicilik” almıştır. “İnkılapçılık”ın zaten lafı geçmiyor, “cumhuriyetçilik” de “ne güzel biz bize oturuyorduk, nereden çıktı bu Ermeniler, Kürtler falancılık” oldu sanırım.

“Laiklik”, bu kitleyi bir arada tutan en güçlü bağ olsa gerek. Çeşitli ortamlarda “Türkiye laiktir, laik kalacak!” diye bağıran teyzeler beni bile biraz ürkütse de, artık fiilen suç kapsamına girdiğinden, “laiklik” hoş bir hatıra olarak son film şeridimizde birkaç karede gözükecektir.

Bu siyasi görüşle, kızı alma şansınız %50’lerdedir.


Solcu(k)lar:

Onları İstiklal Caddesi’nde dergi satarken görebilirsiniz. Bir zamanlar meydanlara sığmayan, 1980 darbesinden sonra yokolmaya yüz tutan bu kitle, işçi sınıfındaki tabanını kaybedip azınlık taleplerine tutununca, iyiden iyiye “Görünmez Adam” gibi oldu.

Türk tarihinin kendine ait tek devrimini yadsıyarak devrimcilik yapmaları biraz çelişkili olsa da, bir bildikleri vardır demek en kolayı. Zira tartışmaya girerseniz tavlayı koltuğunuzun altına verirler.

Uyarmadı demeyin, böyle giderseniz kız mız vermezler.


“Demokratikleşme”ciler :

Aşiretler, devlet ve terör örgütü arasındaki, bitmek bilmeyen “düşük yoğunluklu savaş”ın gölgesinde büyüyen bir “azınlık” hareketi. “Azınlık”ı tırnak içine alıyorum, çünkü Kürtler yasal olarak azınlık statüsünde değildir ve devlet Lozan Antlaşması’nda tanımlanan azınlık kavramını bozmamak için yıllar boyu direnmiştir. Şimdi ise devlet ne yapıyor pek belli değil.

“Demokratikleşme”cilerin taleplerinin çerçevesi her demeçte değiştiği için, dışardan bakanlar için, bu düşüncenin, “düşük yoğunluklu savaş”ın neresinde durduğu pek anlaşılamıyor. Oysa “çoğunluk” için en önemli soru budur, zira kan durmadan herhangi bir siyasi çözüm pek mümkün değil.

Bu nedenle iyi bir halkla ilişkiler kampanyasına ihtiyaçları var gibi gözüküyor. Aksi takdirde, yukarıda saydığım kitlelerin çoğuyla konuşarak anlaşamayacaklar. Ben de pek anlamadım zaten.

Kız konusunu aile meclisine sormanızı tavsiye ederim.


Ben:

Sürç-ü lisan ettiysek affola, iyi günler dilerim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder