29 Kasım 2010 Pazartesi

Yeni Çağın Trendleri Üzerine - 1 (İkincisi belki olur, belki olmaz.)

Müşteriyim, müşterisin, müşteriyiz. Her nerde yaşıyor ve yaşatılıyorsan bil ki ya satın almak ya da üretmek için varsın Sevgili Okur. E dünyanın da sınırı ucu belli, pazarlar sonsuz değil. Hal böyle olunca yeni “icatlar” çıkarmak , yeni trendler yaratmak lazım ki müşterinin iyice suyu sıkılsın, çıkmadık bir şey kalmasın. Öyle değil mi pazarlamacılar? Canlarım benim.



“Organik besinler”den başlayalım, gerisi gelir. Sevgili kimyacılar, „organik“i karbon içeren molekül sanıyordunuz değil mi? Hayır, organik , sapı üzerinde olan domates demektir.

Bugün nice yiğit televizyon hekimi sayısız akşamüstü programına katılarak „organik“ besinleri anlatmakta, nice ana haber bülteni, pazarcıların beyanlarına dayanarak „organik“ vaşington portakalın, „doğal“ çarliston biberin hikmetlerinden bahsetmektedir. Peki „organik“ besinler böyle mucize kabilinden sayılırken „organik“ olmayan besinler niye var?

Bir büyükşehir sakiniyseniz, yaklaşık 5 ila 15 milyon kişiyle aynı yerde yaşıyorsunuz demektir. Peki, 5 milyon insana her gün inekten yeni sağılmış süt sağlayabilir misiniz acaba? Ya da 15 milyon insana köy yumurtası, bir o kadar kişiye ilaçsız bahçelerde yetişmiş domates bulabilir misiniz? Ekonomik ilişkiler şehir insanlarını dip dibe, sürüler halinde yaşamaya ittiği için, herkesin finanse edebileceği, bol miktarda gıda üretmek köylerde olduğu kadar kolay değildir. „Lojistik“ çok zor bir zanaattir; milyonlarca insan için güvenlik stoğu tutmak, herkesin her an ulaşabileceği yerde ve fiyatta gıdayı bozulmadan saklamaya çalışmak kolay bir şey olsaydı, zaten hepimiz organik organik besleniyor olur, kanser manser olmadan yaşardık.

Tabii ki gönül kimyasalların bulaşmadığı bir dünyadan yana. Her mantıklı insan genetiği değiştirilmemiş, ilaçlara bulanmamış, kimyasallarla dezenfekte edilmemiş besinler yemek ister. Ancak maalesef böyle olamıyor ey ahali. Hemen her gıda ya dalda böceklenir ya da durduğu yerde bozulur. Bu noktada iki yoldan birini seçebilirsiniz.

Birincisi, gıdanızı öcü sanayilerin eline bırakıp bir güzel makyajlatmak olacaktır. Korur, temizler, paketlersiniz; biraz minare tozu, biraz E211 ve ta-taam! Ucuz ama bozulmak bilmeyen yoğurtlar, salamlar, dolsun buzdandolaplar!

Ha, korumayabilirsiniz, eyvallah, o zaman da yerine göre bir ağaçtan bir torba mahsül alan çiftçi amcanın maliyetini karşılamanız gerekir. İşte konu gelip burada tıkanır. Dokunmatik telefonlar, oyun konsolları falan ne kadar gerçekse, dünyanın %80’inin günde 10 doların altında gelirle yaşadığı, üç küsür milyarın ya açlık ya da yetersiz beslenme çektiği de o kadar gerçektir. Muhtemelen her gün gördüğünüz „sıradan“ insanların çoğu kuruş hesabı yaparken , iki kat fiyat ödeyerek „organik“ besinler almalarını beklemek çok iyimser bir tavır olacaktır.

Gıda sanayii dahil olmak üzere, bir çok sanayi dalını insanlığın geleceği için tehdit olarak görsem de üzülerek söylemek zorundayım, “organik ürünler” hiçbir zaman parası olan azınlığın faydalanabildiği bir lüks olmaktan öteye gidemeyecek , ne olur birbirimizi kandırmayalım.

(“Doğal” ve “organik adı altında pazarlanan şeylerin ne kimyasallar barındırdığına değinmiyorum bile. “Organik yüz kremi”nizin içinde “paraben” mi var? Merhaba, yalnız değilsiniz.)

Bunu değiştirmenin bir yolu var elbette. Eğer buraya kadar sabredip okuyabildiyseniz bir ara gelin nasıl olabileceğini anlatayım.